Pazar

tek gecelik istanbuL


..zamansız depremler arasında hayatımızmış meğer fay hattının üstüne inşaalı olan.Birşeyler hemde en ufak şeyler geçmişe sürüklese de bu günde kalakalmış iki kadın, iki beden.Burada hızlı akıp giden bir kaç hayat var, hemen köşede iki torbacı az ileride üç fahişe ve sarhoşlar...elimizde iki kadeh şarap odanın dar penceresinden seyrine dalmışız sokağın ve kentin..

hayatın dur-durak bilmediği bu sokakta iki kadın, hayalleri uçurtma kuyruğunda asılı kalan iki kadın, aynı değiliz artık örneğin masum değiliz, kutularımızı kaybetmişiz hiç yoktan.Bir şansımız olsun isterdik kuşkusuz, kuşkusuz ki iki damlanın bile yasak olduğu bu kentte ucube gibi köşeye fırlatılmış iki çıplak.Unutmak yerine unutulmayı payına biçenler hatta, ne kadeh avutmakta içimizdeki ateşi ne sonu gelmek bilmeyen gece.Bir defa biz unutsak bu iki çıplak belki temize çıkardık, henüz o kadar kirlenmedik..

çamurların en çok biriktiği yer ayak bileklerimiz, hayata bağlandığımız nokta ayaklarımız.Tıpkı az ilerideki üç fahişe gibi az önce biri eksildi, bedeninin ve hatta ruhunun fiyatı belirlendi.Bize kalansa iki-üç sarmalık kuru yeşillik, çarşafın enine boyuna biçtik düşlerimizi geriye üç-beş dibine nefes kaldı...en dibine sürüklenmekti gecenin oysa zaten dibindeymişiz bilemedi bu iki aptal çıplak.Telefondaki ses kesildi, kadın artık soluk almıyordu diğerinin kalemi tükendi artık hiçti! yetmiyordu hiçbir sunni tenefüs, aynılaşmıyordu belkide. Dakikalar dakikaları izledikçe gece yüzünü döküyordu çıplaklığa, bu bile izin vermiyordu, kadınlığa yetmiyordu sütyen numaraları...azalıyordu iki beden yan yana-kalpsiz-gece beraberinde getirdi hazlaşan saatleri bir öpüşe bakıyordu ikinin bir olması...olduda..

sevişmek gecenin en siyahıydı, en temizi, üstelik fiatıda yoktu..

iki doğuş iki aldanış her dokunuş ışıkların altında yandıkça yanan küle dönen, sessizdi gece, siyahtı gece, aşktı gece, iki kadın iki beden, dört meme, iki dil, iki am..iki kalpsiz..merak sarıyor tüm odayı...biz bu şarkıyı söylerken kim sesini açma çabasında, yine aynı son

boş-ver
sen boş-vermez miydin?

biz biliyoruz nerede olduğumuzu, bu ucube iki tutunamayan beden, yakışan bir kombine ikimize de..kim bilir kaç kişi eklenti olacak bu saatlere ve daha kaçı ezilecek asaletimizin altında-üstünde..düşlerimizde hiç geçirmemişiz üzerimize gelinlik, hiç hayali kurulmadı telli bir duvağın, yoktu anne olmak bu düşte-zorunluydu-seçimsiz...

paylaştık aşka dair ne varsa bir tek benimsemek hariç, tutunmadı kimse tel tel secde edilen saçlarımıza, kimse dönüşmeyi hedeflemedi bizimle herkes ötekileşti bizimle..

duvarları var bu düzenin, sokaklar yasaklı, konuşmalar çığlıklar yasaklı, sevişmek heleki, bir sonraki cümlenin kuralıyla ilerliyor herşey..planlı programlı bir hayat seçiyorsun, yine zorunlu..

adı tutsak oluyor..

bir tür kendinden kaçış
bir tür paranoya
bir tür farkındalık
bir tür serzeniş..

ama görüyorsun ya bensiz de dönüyor dünya..

masal

çocukluk masallarına hiç benzemedi mutsuz sonlarım, her mutsuz yeni mutsuzun habercisi oldu ısmarlanan acılar arasında, farkedilmeden..

bir adım atıp sayısız kere döndüğüm yollarda çürüttüm arta kalan ne varsa, her sabah bana uyanıyordum akşamdan kalma, duman altı, leş gibi, yapış yapış yansıma. Başkalarının acıları arasında kendi acılarını unutanların dönemine rastlamadı benim ergenliğim, romanın en afili kahramanında gizliydi bir sonraki hamlelerim, işte o satırlardan miras kaldı kaçamak bakışlar, kendine seslenmeyi beceremeyen bir çığırtkandım yalnızca. Derinlerde biryerler de kuyu cadılarına karşın verdiğim savaşta cephesiz kalmıştım, tarih sayfaları yirmilerimi gösteriyordu o zamanlar, çıkmaz sokağın en çıkmazında bir den fazla yalnızlıkla iletişim sağlıyordum, bozukluğuyla yeşeren hırsız bir aşk ..

Çocukluk masallarına hiç benzemedi oyunlarım, kurtla kuzu vardı ama, şekerle bal hiç..
insan tuhaf, ne hoyrat
Ne şaheSer ve nasıl ilkeL hayret..


iron maiden dinleyen bir taksiciyle taksim hattı..

..burada onun bedeninin yanında diğer onu düşünmek istemiyor, bu tam anlamıyla sadakatsizlik mi? Olabildiğince onun hayalini silmeye çalışıyor ama nafile. Odanın hemen girişinde dururken üstelik, gözlerini dikmiş yarı çıplak..diğeriyse hemen yanında sırtı dönük ..şefkat gibi..çikolata ve iki karışık tost, çift kaşarlıda olabilir, bir sigara tüttürmek vardı ki krostrofobik sansürlerimiz varmış..yüreğimiz sağlam bulunmuşta bedenimiz yara-bere, yollarında çamura bulandığımız bu topraklarda..

fazla yeşil bu defa
tüm kıvırcık dalgalarıyla
bir tutam tuz
karıştıkça deşilen bir taraf
taraflı tarafsız yalnız kalabalıklar
üç yalnışla bir doğru sürüklenir duvarların arasında..

asıl şimdi zor, benim tek ideolojik sorunum sensin demiş miydim?

siz

dönemeç anıydı çarpışmamız
gece talan, üst baş çamur
diz boyu yorgunluk
sessizce öptüm,
düş-tüm içine, en gizine
düş misali, uyur uyanık
çocuktun sen,
'susan bir çocuktan daha büyük bir tehtid ne olabilir'(di)
alnının çizgilerinden okunurdun
kirpiklerine düşerdi her yitik zaman aralığı
yatağının yalnızlığına kazınmıştı susuzluğun..
kimsesizdik, kimse-siz
kimdiniz siz
ve neredeydiniz unutulan bu kıyıda
sormuyorum artık hikayenin hangi dönemecinde olduğunuzu
biz mi?
ürkek bakışlarınıza tutulmuşuz
ben-benden ötürü ..

bilmez-siz
görmez-siz
dokunmaz-siz
sever-siz
öylece sever, biz-den de çok sever..

söyle şimdi
yıkalım mı duvarları yoksa üstünde mi sevişelim?

çocuk

Büyük benzerlikleri vardır, bazen itiraf etmek hepimiz için güç olsa da. Büyük duvarlar dikeriz bir biri ardına, bir sonraki bir öncesine nispet daha bir sağlam kılar gövdesini, kimseyi sevemem derken, tam bütün gemileri yakmışken her adımda bir kez daha yanılırız. Öylesi bir sabah azdır ama öz değildir, alabildiğine yaygın inadına pişkin! Bir kadeh şarap, bir adet sigara, çakmak, kulağımın köşesinde tınısını özlediğim nefesin.. Sabah 00:05 sularında bu tını ayrı bir zevk katıyor, kıvrım kıvrım kıvrılıyor tüm bedenim, bir alının bir morunun olmadığı da söylenmişti oysa çok zaman önce. Ne garip değil mi? ”Yok canım, daha neler” dediğinizi duyar gibiyim, alışmaya çalışmak işte tamda bu tepkiye ve tepkiselliğe. İnsani olan ne varsa korkutuyor her birimizi, bir öncekinden daha panik oluyoruz, daha az yaralı kurtulabileceğimiz savaşların hayali ile daha bir derinden alıyoruz içimize! Bu anlardan oldu olası zevk almıştır yazar, insanların küçük beyinlerini boyamak için köşe bucak kültürel tartışmaları hiç olmadı yazarın. Yepyeni bir sabaha doğru ilerlerken dünün yenilgisi boynuna ilmek gibi dolansa da, bu kadar basit mi veyahut bu kadar zor mu? İçinde top seslerinin duyulmadığı, kansız bir aşk! İçinde süslü aşk sözcüklerinin bulunmadığı, masum dokunuşlardan söz edilmeyen alabildiğini şiddetli bir aşk!

Düzmece sözcüklerin ardına sığınarak gerçeğin bir o kadar uzağından “iyi” demenin hiçbir esprisi yoktur. Parçalanan aynayı önce kendine en can alıcı noktana saplamalı, tek nefeslik bir yaşam, diyafram çalışmaya benzemez bu. Şiddetli bir çarpışma sonucu boşalmaya da! Aşka tövbeli olmaya da benzemiyor, ya açıkta kalan ayaklarından yakalıyor ya da paranoyadan. Sen bir yıl sonradan ben bir yıl önceden fark ne ki seçmece değil ya.. Sen otuz beşinde, ben daha yeni yeni ve hala üstünde, sen ellilerinde bir huzur evinde, ben arada bir ellerimde çiçekler yatağında..


”hep kardeş olacak değiliz ya,
yaşasın halkların sevgililîğî!”


Ne zaman böylesi bir söz duysam merakıma ilkindeki gibi yenik düşerim ve yine ilki gibi aptallaşırım, hemen algılayamamanın vermiş olduğu suçluluk duygusuyla. Sonraları fark ettim işime geleni alıp işime gelmeyeni aptallığa vurduğumu, “biz olsa olsa aşklaştık” kısmıydı galiba. Çok net anlamıştım, çok net nefret etmiştim, oda bir duygu ya yine tökezlemiştim. Tek başına sızmak ve sürekliliği arttırılan serzenişlerden midir bilmem, aşka aşık, sana aşık, nefrete aşık, şiddetine tutsak, edilgenliğiyle gurur duyan bir narsist!


Başkalarıyla birlikte acı çekip ve aynı zamanda onlarla gülebilendir insan olan ve ne zaman böylesi bir an yaşasam kimler gelmez ki aklıma, başta sen ihtiyar bunak, sen gelirsin aklıma. Azalan, unutulmaya yüz tutmuş ezberci sevişmeler gelir, bir elin saçlarımda bir diğeri boynumda keşfini tamamlamaya hazır bir gezgin gibi. Ne var ki her defasında daha fazlasını isteyeceğini hiç bilememiştin. Her defasında daha aç kalkacağımı bilemediğim gibi. Korkarak, isteyerek bazı koşarak, üşümüş ellerim, uzatmaya ürkek.. Her insanın romanlık hikayesi, filmlik yaşam öyküsü vardır ya, yalandır işte, yoktur kimsenin bir diğerinden farklı yürek acısı. Ölümün soğukluğu da böylesi bir şey işte, topraktan elmaya mı geçsek ya da yaşarken olduğu gibi bir ot mu olsak tartışmalarından öteye geçemeyen bir soğukluk. Bu topraklarda ölüye saygı vardır yaşarken olmayanın bin misli! Yediden yetmişe herkesin sol yanında bir sızı, birde kasık ağrılarımız. Kaçımız peçetelerden nefret etmişizdir ve dahası kaçımız peçete kullanmaya gereksinim duymamışızdır? Unutmadan, daha kaçınız yazardan iğrenmiştir? İşte en çok can yakan bölge, bu heyelan, bu yanılsamayı teğet geçmek isterdik çoğumuz. Edebi dilde ya da mahalle ağzı ile değişen hiçbir şey yoktur, her andaki tat aynıdır ha telefonda ha yatakta. Bazı anlar unutuyorum şeklini şemalını ve hatta sokağın geçişlerini, otobüsleri hele şoförleri.. Sonra tekrar kazılıyor beynime, inada biniyor iş verilen hiçbir söz yerine gelmiyor. Hiç kirlenmemiş dünya, öyle bu uyanış, bu çırpınışlar en dibine sürüklüyor. Tanıyorum kendimden tanıyorum seni..


En son kim içti o kadehten hatırlayanınız var mı?



“Hepimiz iğrenciz bu hayatta, ama bir gülümseyen, gülümseten, içten bir iğrençlik var birde çevresinde boşluk yaratan, başka, yalnız bir iğrençlik.”
Cesare Paves


Çocuksun.. çocuğum..


310108>